Sağlık

Siyah Kare: Hissetmek Hiçbir Şey Hissetmemek

“Hiçbir şey” hissedemediğiniz, duygularınızı bastırdığınız bir dünyada anlam bulmak mümkün mü?

Polonya doğumlu sanatçı Malevich, Siyah Kare adlı eserinde “hiçbir şeyi” resmetmedi. Siyah kare ile mekan, ışık ve figür algısı ortadan kalktı. Zamanla eser çatladı ve çatlaklardan renkler çıkmaya başladı.

Duygularımızı siyah bir kare gibi hiçliğe kilitleyip günlük hayatımıza devam etmeye çalışıyoruz. Hayatımızın kriz dönemlerine denk gelen, olumsuz duygular dediğimiz ama aslında gelişimimize katkı sağlayan duygular çatlaklardan sızdıkça onları siyaha boyamaya devam ediyoruz. Duygulardan, duyguların bizi yavaşlatmasından korkuyoruz. Çünkü eğer yavaşlarsak kısa hayatımıza anlam bulma çabalarımızın sekteye uğrayacağından korkuyoruz. Gerçek paradoksun başladığı yer burasıdır. Mantık ve duyguları dengeleyemediğimizde, duyguları bastıramadığımızda anlam bulma çabamız sona erer. Böylece büyük bir boşluk ve anlamsızlık okyanusunda cankurtaran halatımız olan, kötü de olsa tanıdık konfor alanlarımıza çekiliyoruz.

Duygular

Evrimsel bir bakış açısıyla Robert Plutchik, temel duyguları sekiz temel kategoriye ayırdı ve bir duygu çarkı yarattı. Çark üzerinde, yoğunluklarına göre farklılık gösteren sekiz temel duygu ve alt duyu bulunmaktadır. Duyusal yoğunluk aslında tekerleğin içinden dışına doğru azalır. Sekiz temel duyguya daha yakından bakalım;

· Üzüntü: İstenilen bir şeyin gerçekleşmemesi veya istenmeyen olayların meydana gelmesinden kaynaklanan kaygı olarak tanımlanmaktadır. Acı çekmek, bireyin veya çevresindeki diğer kişilerin zarar görmesi veya yok edilmesi tehdidine karşı hissedilen duygudur. Onun yoğunluğu gerçek sıkıntı, keder ve dalgınlıktır.

· Neşe: Bireyi tehdit eden olay veya durum ortadan kalktıktan sonra yaşanan duygudur. Yoğunluğu saf coşku, neşe ve huzurdur.

· Merak etmek: Daha önce karşılaşmadığımız bir uyaranla karşılaştığımızda verdiğimiz tepkidir. Hızlı tepki vermemize yardımcı olmada rol oynar. Bu, daha az yoğunlukta da olsa gerçek bir hayret, hayret ve dikkat dağınıklığıdır.

· Kızgınlık: Bireyin kendisine uygun olmayan durumlarda, amaçlarını koruma ve kendini savunma motivasyonuyla hissettiği duygudur. Yoğunluğu değişen bir öfke, öfke ve rahatsızlık hissidir.

· Korku: Bizi tehlikeye karşı tetikte tutan, tehlike karşısında savaşmamıza, kaçmamıza, donup kalmamıza neden olan bir duygudur. Yoğunluğu çok yüksekten düşüğe kadar terör, kaygı ve endişedir.

· İğrenme: Kusma, mide bulantısı gibi reaksiyonlara neden olan, kişinin durumdan uzaklaşıp kaçınmasını sağlayan bir duygudur. Yoğunluğu yukarıdan aşağıya tiksinti, tiksinti ve sorundur.

· Güven: Bireyin toplumun diğer üyeleriyle bağlantı kurmasını sağlayan birleştirici duygudur. Yoğunluğu, en çoktan en aza doğru gerçek hayranlık, inanç ve kabuldür.

· Beklenti: Bireyin mevcut veya potansiyel bir tehdidi incelemesini sağlayan duygudur. Bireyin keşfetmesini ve sorgulamasını sağlar. Yoğunluğu çoktan aza doğru ihtiyat, beklenti ve ilgidir.

Güç imajı ve duygular

Seanslar sırasında danışanlarıma yaşadıkları zor dönemlerde güvendikleri kişiler olup olmadığını soruyorum. “Söylersem bunu bana karşı kullanırlar.”, “Zayıf olduğumu düşünecekler.”, “Kimseye ihtiyacım olmamalı.” Sıklıkla şöyle cümleler kuruyorlar: Bu cümlelere şu soruyla cevap verecek olursak; Herkesin yaşadığı ortak duygular birbirinin zayıflığı olabilir mi?

Güçlü görünme arzusunun peşinde koşarken bir süre sonra duygularımızı tanımlamakta zorlanmaya ve kendimizden uzaklaşmaya başlarız. “Ben kimim?”, “Ne istiyorum?” Bu soruları da bir kenara bırakıyoruz.

Olumsuz duygular yaşamaktan kaçınmak

Hayat amacınız nedir? Sorsaydım herkesin cevabı farklı olurdu. Ancak buradaki ortak nokta hiç şüphesiz tatmin arayışı olacaktır. Hayatımız boyunca mutluluğu ararız. Hedefe o kadar odaklanmış durumdayız ki en ufak bir olumsuzlukta onu değiştirmek için elimizden geleni yapıyoruz. Ama belki de tatmin bir amaç değil, bir araç olmalıdır…

Klişe gibi gelebilir ama aslında mutsuzluk olmadan mutluluğa sahip olmak pek mümkün değil. Bu aynı zamanda birbirine zıt olan diğer duygular için de geçerlidir. Olumsuz duyguları deneyimlememize izin verdiğimizde bunlar bizi bir yere götürür. Ancak yaşamaktan ve kendimizle yüzleşmekten kaçındıkça kendimizi bir döngünün içinde buluyoruz.

Bunun en ağır örneğini yas sürecinde görüyoruz. Acıyı hissetmekten kaçındığımız için normal yas süreci yerini uzun süren bir yas sürecine bırakır. Zamanında yaşanmayan duygular bizi yalnız bırakmaz. Ancak hayatımızda çok değer verdiğimiz biri var. Onun yokluğundan dolayı acı, üzüntü ve öfke hissetmek normaldir. Alışılmadık olan bu duyguları bastırmak ve kendimizi hiçbir şey değişmemiş gibi davranmaya zorlamaktır.

Bastırılmış duygular vücutta ifade bulur

· Her zaman ağlıyorum ve hiçbir nedeni yok! Şikayetleriyle gelen müşteriler: Ağlamak da gülmek kadar normal bir tepkidir. Ancak toplum içinde ağlamayı utanç verici bir durum olarak görme eğilimi hala yüksek. Duyguların bastırılmasının etkisiyle ağır bir gerginlik ve sıkışmışlık hissedilir. Ağlayarak rahatlıyoruz çünkü gülmek için ağlamak aynı zamanda endorfin salgılatır.

· Somatizasyon:Bireyin ruhsal veya sosyal yaşamında karşılaştığı zorlukların bedensel rahatsızlıklarla (baş ağrısı, kas ağrıları, sindirim sorunları vb.) tezahürüdür.

Sınır ihlalleri / Hayır demekte zorluk ve öfke

Toplumsal yapıda kişinin kendine öncelik vermesi bencillik olarak görülürken, fedakarlığın çok olması desteklenir ve olumlu görülür. Peki sağlıklı olan nedir?

Kendimize öncelik vermek ve şefkat göstermek sanılanın aksine bencillik değildir. Sağlıklı sınırlar varsa, çok fazla fedakarlık yerine karşılıklı çıkarlar vardır ve her iki tarafın birbirine olumlu katkı sağladığı ilişkiler uzun vadelidir.

“Hayır dersem kırılır.” Niyet: Birisi bize hayır dediğinde ödül vermediğini düşünürsek, karşımızdaki kişiye hayır demekte zorlanırız. Çünkü sağlıklı sınırlar koyma durumunu kişiselleştiriyoruz. Aslında hayır demek karşı tarafın bize değer vermediğini değil, “ulaşılamayacağını”, “kendilerine öncelik verdiklerini” gösterir. Hayır demek ve sonları belirlemek bağları kısaltmaz veya bitirmez. Tam tersine uzun vadeli ve sağlıklı ilişkiler kurmamızı sağlar. Çünkü burada kullanılma ya da yapmak istemediğimiz bir şeyi sırf karşı taraf istiyor diye yapma hissi yok. Sağlıklı sonların olmadığı durumlarda ise karşı tarafı suçlar ve öfkeleniriz. Peki sınır ihlaline izin veren biz değil miyiz? Kimse bizden bunu yapmamızı istemedi mi?

Tartışmalarda “sen” dilini kullanmayın ve duygulardan uzak durun

İkili ilişkilerde “Siz bu şekilde yaptığınız için bu oldu.” Böyle durumlarda suçlayıcı bir dil kullanma eğiliminde olabiliriz. Kendimizi savunmaya o kadar odaklanırız ki, durumun bize hissettirdiği şeylerden uzaklaşırız. Duruma farklı açılardan baktığımızda birden fazla gerçek olabilir. Bizim için doğru olan başkası için yanlış olabilir. Haklılığımızı savunabileceğimiz tek sağlıklı şey duygularımızdır. Olayın bize hissettirdikleri konusunda her zaman haklıyız. Olayın telafisi mümkün olmayabilir. Ancak duygular telafi edilebilir ve duyguları paylaşmak değerlidir ki sağlıklı sonlara varabilelim.

instagram

Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamen yazarların özgün fikirleri olup, Onedio’nun yayın politikalarını yansıtmayabilir. ©Onedio

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu